No Image Available

Sidarta

 Yazar: Hermann Hesse  Yayınevi: Alfa Yayınları More Details
 Açıklama:

Üniversitede, “Aydınlanma” dersi alırken, Öğretmenimiz dönem ödevi için üç kitaptan birini seçip incelememizi istemişti: Motosiklet Bakım Sanatı, Cuma ve Sidarta. Cuma’yı seçmiş ve çok zorlanmıştım. Bu iki seçmediğim kitabı da çok merak etmiş ve ilerde okurum demiştim.İşte mezuniyetten 14 yıl sonra bu gerçekleşiyor. Bundan sonra kitabın özetini bulacaksınız, tabi sonucunu da, bu yüzden uyarımı yapayın, bundan sonrasını okumadan önce kitabınızı okuyun, tadı kaçmasın:)
Benim okuduğum kitap, Alfa Yayınları’nın, 3.baskısı, 176 Sayfa.

Kitapta Sidarta ‘ nın “bireysel”aydınlanması anlatılıyor . Brahman’ın oğlu Sidarta, en yakın dostu Govinda ile babaevini bırakıp samanalara (keşişlere) katılır. Govinda ile 3 yıl keşişlikten sonra, Budanın ününü duyup, onu ziyarete giderler, Govinda Buda’nın öğretisini benimser ve orada kalır. Sidarta ise yoluna devam ederken bir uyanış yaşar.Kendini ne kadar az bildiğini, bunca zaman en son nesneyi ararken kendini nasıl hırpaladığını farkedip, etrafındaki nesnelere ve onların öğrettiklerine odaklanmaya başladı. Daha sonra Kamala isimli bir kadından sevme sanatın öğrenebilmek için tüccar olur. Zaman içerisinde bu hayata alışır hatta kumara başlar ve eski Sidarta’nın yerine farklı, acımasız bir insan gelir. Bir rüya ile kendine gelen Sidarta, tüccar hayatını bırakıp, yollara düşer, kafası karmakarışıktır, aç susuz ırmak kenarına gelir ve kendini öldürmek üzereyken, “Om” – mükemmellik sözcüğü Sidarta’nın kulağına gelir ve orada derin bir uykuya dalar. Uyandığında Govinda’yı yanına bulur, eski dostunu tanımadan, uyurken başına birşey gelmesin diye başında nöbet tutmuştur. Govinda’ya başından geçeni anlatır, sonrasında Govinda yolculuğuna devam eder, Sidarta ise ırmak kenarında kayıkçı Vasudeva ile yaşamaya ve başlar. Vasudeva’dan ve ırmaktan çok şey öğrenir. Günün birinde Buda’nın takipçisi olmuş Kamala ve oğlu ile yolları kesişir, Kamala yılan sokmasından ölür, zengin yaşama alışmış olan oğlunu bırakmak istemez, ama oğlu kaçar. Peşinden gider, bulamaz, ormanda kalır, Vasudeva da peşinden gelir, Sidarta’yı bulur, ırmağın sesini dinler, “aydınlanmaya” ulaşır ve Vasudeva ırmağı ve kayığı bırakarak ormana birlik ve bütünlüğe katılmaya  gider. Sidarta ise ırmakta kayıkçı olarak kalır, bilge biri olur, onu ziyaret ederler, birgün dostu Govinda da gelir, Govinda’nın arayışı bitmemiştir, Sidarta’nın sözleri onun için saçmadır ama daha önce sadece Buda’da olduğunu hissettiği aydınlık ve huzur Sidarta’da da vardır. Zaten Sidarta da konuşmasında ” Bilgeliğin başkasına anlatılamayacağını, bir bilgenin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgeliğin kulağa aptalca geleceğini” söylemiştir. “Bilgi bir başkasına aktarılabilir ama bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, yaşanabilir, el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilri, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez”. Govinda,Sidarta ile konuşmaları sonrası, kafası karışır, afallar. Bunun üzerine Sidarta, Govinda’dan alnını öpmesini ister, o anda Govinda’nın karşısında binlerce yüz, anı, nesneler, Buda belirir ve sonunda Sidarta’nın yüzüne dönüşür, Govinda göz yaşları içerisinde Sidarta’nın önünde eğilir.

Böyle fantastik bir son ile biten  kitabın düşünce yoğunluğu son bölümlerde artıyor, iyi biriyken bir ayyaşa bir kumarbaza dönmesini irdeliyor, oğluna bağlığı üzerinde kafa yoruyor, oğlu ile kendi gençliği arasındaki benzerlikleri düşünüyor, sevgiyi yorumluyor.

Kitabın özü Govinda ile paylaştığı şu sözlerde gizli:
” Bir gerçek ancak tek taraflıysa dile getirilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp, sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun. Ulu Gotama öğrencilerine dünyadan söz açarken, onu ister istemez Sansara ve Nirvana, yanılgı ve gerçek, çile ve esenlik diye ikiye ayırdı. Başka türlüsü olanaksızdır, öğretmek isteyen birinin izleyeceği başka yol yoktur. Ancak dünyanın kendisi, gerek çevremizdeki, gerek içimizdeki varlık, asla tek taraflı değildir. Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir, asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle görünmesi yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır. Zaman gerçek değildir… dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka şey değildir…. Dünya…. mükemmellikten yoksun ya da mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir, hayır, her an mükemmeldir, o tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez, haydutların ve zar atıp kumar oynayanların içinde bekleyen bir Buda, Brahmanların içinde bekleyen bir haydut vardır. Yoğun bir meditasyonla zamanı yok etme, var olmuş olan, var olan, var olacak olan tüm yaşamı bir eşzamanlılık içinde görme olanağı ele geçirilir, böyle bir durumda herşey iyidir, herşey mükemmel, herşey Brahman’dır. Bu yüzden, var olan herşey iyi görünüyor bana….. Şu gördüğün bir taştır, belli bir zaman sonra toprak olacak belki, topraktan bitki olarak boy verecek ya da bir hayvana, bir insana dönüşecek. Eskiden olsa derdim ki, bu taş yalnızca bir taştır, değersizdir,…. ama dönüşüm döngüsünde insan ve ruh da olabileceğinden bu taşa da önem veriyorum….”
“Sevgiyi herşeyin başı biliyorum. Dünyanın içyüzünü görmek, onu açıklamak, onu aşağılamak büyük düşünürlerin işidir belki. Ama benim için tek önemli şey, dünyayı sevebilmektir; onu aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve nefret beslememek, ona aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve nefret beslememek, ona kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hayranlıkla ve huşuyla bakabilmektir.”
(Sayfa 166’dan itibaren)

 Geri